(Son Güncelleme: 29.01.2025) Paris’in merkezinde, yürüme mesafesindeki pek çok park ve bahçe zaten başlı başına birer cennetken, bir de şehrin hemen yeni başında, hem batı hem de doğu tarafında, şehir ölçeğine göre düşündüğümüzde neredeyse uçsuz bucaksız iki büyük orman bulunuyor. İşte bu ormanların batıda olanından, Boulogne Ormanı‘ndan bahsetmek istiyorum bu yazıda sizlere.
Boulogne Ormanı – Bois de Boulogne (bua dö buloyn) periferik dışında yer almasına rağmen Paris sınırları içinde kabul edilen ve 16. arrondissement‘a bağlı olan bu nefis yeşil alan, ormanı, yürüyüş yolları, piknik alanları, hayvanat bahçesi, çayırları, göletleri, dereleri, adası ve spor alanları ile eşsiz bir nefes alma mekanı Parisliler için.

Boulogne Ormanı’nın 846 hektarlık yüzölçümü ile Central Park’tan 3,3 kat, Hyde Park’tan da neredeyse 6 kat büyük olduğunu söylersem sanırım gözünüzde daha bir iyi canlanacaktır, ne denli görkemli bir yeşil alanla karşı karşıya olduğumuz…
Yüzyıllarca Fransa krallarının av alanı olan Boulogne Ormanı, III. Napolyon tarafından 1850’lerde bir “park” alanına dönüştürülmüş. Yürüyüş ve gezi parkurları, göletler, doğal halinde bırakılmış ormanlık bölümler ve geniş çayırlıklar gez gez doyamayacağınız güzellikte. Yine de diğer park ve bahçelere göre biraz daha doğal görüntüsü olduğu için her tarafının süslü püslü olduğunu düşünmeyin, pek çok yer doğanın kendi güzelliğiyle kendi haline bırakılmış. Özellikle ormanlık alanda dolaşırken kendinizi çok çok uzaklarda hissediyorsunuz; oysa ki Paris hâlâ yürüyüş mesafesinde…

Bu dev “park”ın pek çok girişi var haliyle, ayrıca araç girişi de mümkün; zaten ormanın içinden boylu boyunca yollar geçiyor. Hafta sonları şansınız varsa otopark bile bulabiliyorsunuz. Araç parkı ücretsiz, ancak özellikle hafta sonları ve resmi tatil günleri orman içindeki bazı yollar yayalara ayrıldığı için araç trafiğine kapanıyor, o yüzden arabayla yolunuzu bulmakta güçlük çekebilirsiniz. Ben 1 numaralı metro hattı üzerinde oturduğum için genelde, Boulogne Ormanı’na kuzey tarafından geliyorum ve “Les Sablon” istasyonunda inip güney tarafa doğru yürüyerek parka giriyorum. Ondan sonrası yeşillikler içinde kaybolmaya kalıyor.
En sevdiğim bölüm ormanın ortasındaki büyük gölet. Bu göletin çevresinde yürüyüş yapmaktan büyük keyif alıyorum. Dilerseniz burada kayık kiralamanız da mümkün. Kendinizi bir anda Paris’te kürek çekerken bulmaktan eminim çok keyif alacaksınız. Göletin ortasındaki adada da şık bir restoran olan Le Chalet des Îles bulunuyor, burası da ilginizi çekebilir diye düşünüyorum. Adaya kıyıdan tekneyle ulaşıyorsunuz.

Benim en sevdiğim kafe ise parkın güney ucunda, Boulogne-Billancourt tarafında, yukarıda fotoğrafını gördüğünüz yer. Gerçi plastik sandalyeleri çok sevimli değil ama olsun, bulunduğu ortam çok güzel. Ormanın birkaç köşesinde daha bu tür kulübe kafeler bulunuyor, merak etmeyin.
Bir de parkın kuzey girişinde meşhur Jardin d’Acclimatation bulunuyor, burası da başlı başına bir yazı konusu. Kısaca bahsetmek gerekirse özellikle çocukların ilgisini çekebilecek bir hayvanat bahçesi ve rekreasyon alanı olduğunu söyleyebilirim.

Tabii bir de ormanın hemen Neuilly sur Seine tarafında bulunan çağdaş sanat merkezi Fondation Louis Vuitton‘un da ayrı bir havası var. Boulogne Ormanı’nda dolaşırken beyaz buluta benzeyen bu binayı da görmenizi tavsiye ederim.
Ben ne zaman Boulogne Ormanı’na gelsem tamamen o anki ruh halime göre yürüyüş yolları ve patikalar arasında “kafama göre” dolaşmayı tercih ediyorum. Hele ki ormanlık alandaki patikalarda yürüyüp sık sık karşıma çıkan dereleri keşfetmek büyük keyif.

Tabii yine de burada dolaşırken bir yön belirlemek gerekiyor; yoksa olduğunuz yerde dönüp dolaşmak sizi bir yere ulaştırmayacaktır. Dediğim gibi ben kuzeyden girip güneyden çıkmaya çalışırım prensipte, döne dolaşa yeşilliklerin arasında kaybola kaybola güneye inerim. Kısa tur yapacaksam La Muette tarafından çıkıp oradan Trocadéro‘ya, Eyfel Kulesi‘nin oraya kadar yürürüm, uzun tur yapacaksam en güneye kadar inip Boulogne-Billancourt’dan çıkar, hâlâ halim kaldıysa biraz da oralarda dolaşır, sonra da karşıma çıkan ilk otobüse binip Paris’in bir yerlerine inerim.
Siz de Paris gezinizde kent parklarından daha fazlasını görmek istiyorsanız kolaylıkla ulaşabileceğiniz dev bir yeşil alanda dolaşmak için Boulogne Ormanı – Bois de Boulogne’u gezebilirsiniz. Yine de bu parkın olumsuz iki yönünden bahsetmemde fayda var:

Birincisi, bu bölge periferiğin üzerinde yer aldığı için otoyol büyük çoğunlukla yer altından geçiyor olsa da bazen yer üstünden geçen bölümlerde, ormanda dolaşıyor olmanıza rağmen rahatsız edici bir uğultu gelebiliyor. Gerçi görüntü olarak hiçbir sorun yok ama bu nefis ormanda yer yer araç uğultusuna denk gelmek, benim gibi ses takıntısı olan biriyseniz sevimsiz olabiliyor. Bu duyguyu en son Sakıp Sabancı Müzesi’nde, ikinci kattaki müthiş camekanda otururken FSM Köprüsü’nden gelen uğultuyu duyduğum zaman hissetmiş, orada da Sakıp Sabancı’ya acımıştım… Müthiş bir evde oturuyorsun, cennet gibi bir yer ama evinin en güzel köşesinde uzaktan görünen köprünün gürültüsü geliyor…
İkinci problem biraz daha ciddi: Burası geceleri Paris’in açık genelevi olarak ün yapmış. Akşam belli bir saatten sonra (hatta bazen gündüz vakti de) ortalıkta bedenini pazarlayan kadınların ve tabii ki müşterilerin dolaşmaya başladığı söyleniyor. Normalde Paris’teki parklar demir parmaklıklarla çevrilidir ve akşam belli bir saatten sonra ziyarete kapatılır ama Bois de Boulogne dev bir orman olduğu için haliyle böyle korunaklı değil ve ne yazık ki bu tarz olumsuz bir durum söz konusu. Elbette siz kimseye bulaşmadığınız sürece kimse de size bulaşmaz; sonuçta uluorta da yapmıyorlar, yani her yerde karşınıza çıkacaklar diye bir durum da yok ama yine de böyle bir olasılık var, bunca güzelliği paylaşırken bu konularda da önceden haber vermek istedim. Sonuçta Boulogne Ormanı’na defalarca gittim ve günüme gölge düşürecek herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadım.

Bilmem bu son yazdıklarım Boulogne Ormanı – Bois de Boulogne’u görme hevesinizi kırar mı ama bence görülmeye değer bir yer burası. O uçsuz bucaksız yeşilliğin içinde kaybolmak, yürüyüş yapmak, koşanları, yürüyüş yapanları, atla dolaşanları, çimenlere uzananları seyretmek, kuğuları izlemek, yeşile ve maviye doymak için ideal bir yer bence. Şehrin hemen yanıbaşında ama bu kez en doğu tarafta yer alan bir başka orman içinse Bois de Vincennes – Vincennes Ormanı yazısını okuyabilirsiniz.
Boulogne Ormanı – Bois de Boulogne’a toplu taşımayla ulaşmak için pek seçenek mevcut. Dediğim gibi dilerseniz M1 metro ile Les Sablons‘da inip kuzeyden giriş yapabilirsiniz, Pont de Neuilly‘de inerseniz kuzeybatı, Port Maillot‘da inerseniz kuzeydoğudan girme imkanın olur. Güneydoğudan gelmek için M10 hattın Port d’Auteuil, doğudan girmek için de M2 hattın Port Dauphine istasyonlarında inebilirsiniz.

Ayrıca RER-C‘nin Avenue Foch ve Avenue Henri Martin istasyonlarında inerseniz de parka doğudan girmek mümkün. Kiralık bisiklete binmek isterseniz bir Vélib‘e atlayıp buraya gelmeniz de çok kolay. Yine o taraflarda Claude Monet’nin en zengin tablo koleksiyonuna ev sahipliği yapan Marmottan Monet Müzesi de mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Boulogne Ormanı bu kadarla da sınırlı değil. Güneybatı tarafında dev bir golf kulübü, ayrıca bir de ünlü at yarışlarının yapıldığı Longchamp Hipodromu bulunuyor. Yine o tarafta şık restoranlardan biri olan La Grande Cascade var… Burada daha neler var neler; gerisini de siz gezip keşfedin.
Temiz hava, bol oksijen…
Keyifli geziler, keyifli keşifler.
2 Comments
Harika bir anlatım. Keyif ve zevkle okudum. Ankara’da bayram geçiren ben civarda şöyle çekici bir köy olsa da gezsem diyorum. Malesef yok.
Biz yıkmak için yaratılmış bir milletiz. Yıkıp yıkıp yapmayı beton kokularını çok seviyoruz sanırım. Şöyle bir asırlık bir kasaba, köy, park bahçe görmek ne mümkün…
Yüreğinize sağlık…
Çok teşekkür ederim…